Yorgun şu ülkenin genç çocuklarıydık. Mırıldanamaz olmuştum herhangi şarkıyı. Seni görmüştüm işte. Var mı ötesi? Yirmili yaşlardaydık, sevmeyi bilmez miydik, bilirdik elbet. Utanırdık ama işte. Ah utanmasa insan. Utanmasa gitse, tutsa ellerinden koştursa seni Galata'nın etrafında. Bir rum ressam görsek karşı sokakta, çizdirsek kolkola ilk resmimizi. Belki senin bacağında benim başım. Öyle ya bacağında vardır senin. Ayrıdır kokusu etinin. Anne gibi kokar mı hiç sevgili. Daha şekerli olsa gerek senin kokun. Bıyıklı üstadların macun şekeri gibi...
Duruyordun Yıldız Sarayı'nın önünde. Kaçıp duran bakışların vardı. Saçların kadar kıvrak bakışlar. Koşsam saltanatlar yıkacakmış gibi duruşun. Savaaşçıymış senin anan. Çok kağnı çekmiş tepeye belli. Belli işte duruşundan, anlamam mı ben? Bizde de hiç bıyık çıkmamış anasını satayım. Buramadım karşında, süzemedim seni. Gerçi nasıl süzülür bilmem ki. Nargile'de kabadayıların anlattığı kadar bizim tecrübemiz. Ama sevmek öyle mi? Sevmeyi bilirim işte ben. Hem ne diyor şair? "Ayakta duramaz haldeyim"
Sonra sen gittin, Yıldız Sarayı döktü yapraklarını. Ben oturdum laleli bir çeşme yanına. Tütün sardım içer gibi. Öksüre öksüre seni düşündüm. Bilmem belki görecektim seni tekrar, bilmem günlerce saçlarını anlatacaktım tophanede. Saçların ayrıydı çünkü, deniz dalgası gibiydi, karaydı, sudan berraktı. Kokun vardı sonra... Kokun hiç gitmedi aklımdan. Ne diyordum ben, birşey yapıyordum sanki. Bir şarkı mırıldanıyordum hatta, you are my lucky star.
eren akgül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder