15 Ağustos 2012 Çarşamba

kürkçü dükkanı


"efendim kendinizi yormayın. biraz dinlenin lütfen."
"sinan! beni tut. tam burda tut."
 " bu sahil yaşlı bir adamın ayak izleri için çok büyük. 36 sene oldu sinan. osmanlı'yı bilir misin? topraklar genişleyince yani ülke büyüyünce başkentini taşımıştır. Bilecik umutların başkentidir o zaman. burası da benim için öyle. gencecik bir fidanı düşün. işte şu deniz cansuyumdu.sonra umutlar büyür, saksılar değişir ve sığmazsın kendine. tam burada durmuş ve belki bugünleri hayal bile edemezken... 
"oturun egemen bey. su ister misiniz?"
"yaşlanınca insanlar hacca giderler. pişmanlıklar eski plaklar gibi saklanır ak günlere. zamanı gelince koyarsın ceketinin sol cebine. kalbe yakın olan hani... her pişmanlık şarkısı kendi içinde bir zaman makinesidir. seni alır o günlere götürür. o günler baharın en çiçekli günleridir ve nisan yağmurları vardır tepende. sense şu yaşlı halinle hiç bir masraftan kaçınmadan ağlarsın. oysa yağmur kafiidir ama ağlarsın işte. bir kadına ağlarsın. görünen o'dur. o zaman bir kadın şimdinin parasıyla bir hayat demektir. kaçan bir hayattan bahseden böyle yaşlı bir adam görürsen. oradan uzaklaş. yaşamamış insanın çok öğüdü olur. buna tecrübe demektense "zavallı" demeyi ben hep uygun gördüm. bunca yıl attığım her imzada tedirgin oldum ben sinan. mh. egemen ak! neden başına "zavallı" eklemedin diye sormalarından korktum. bilinen şeyleri saklamak insanı en çok terleten hamallıklardandır. sırt ağrısı çekmek alınan paranın karşılığıdır. hiçbir hamal bundan şikayet edemez. peki ya göğüs ağrısı? göğüs ağrısı yanlış adımların doğru sonuçlarıdır. 
      o kadını burda uçarken gördüm. 36 sene ağır hapis cezasına çarptırıldım ve tutuksuz yargılandım aşk ismi altında. bana verilen sınırlar vardı ve oralarda dolandım. ne zaman konuşacak olsam. yürümem söylendi. 59 adım sonra yine olay mahalindeyim. ölmek istediğim yer burası. görmek istediğim yer de... çocuk sahibi olmadım. insanın çocuklarına anlatacak güzel şeyleri olmalıydı. ben bir kadını çok sevdim ama anneniz da çok iyi bir insan diyemezdim herhalde. hem çocuklar babalarıyla övünen şeylerdir. ben hayatımı hayal kırıklığı olarak yaşadım. sence bir çocuk hayallerimi mi örnek alırdı, kırıklıklarımı mı? ben bu azda seçmeli sorunun cevabını boş bıraktım. ellerim gibi...
    burası, sinan... onun ayaklarını son hatırladığım yer. biraz kum uçuşuyordu topuklarından ve deniz köpüğü tortulanmıştı parmaklarının boğum noktalarında. güldüğünde... ki gülmeyi çok severdi. yanaklarında ay'ın dolunaydan 2 gece öncesi diye tasvir edebileceğim iki ay yanaklarına batardı. elmacık kemiklerinde gözlerinin yakamozu yayılırdı. burada nefes alabilmek. eski bir kitabı tekrar okumak gibi şimdi. ellerime bak! ne kadar çirkin, bu hatıraları tutmak için çok titrekler ayrıca. 
    beklemek dünya'nın en zor şeyi şimdi gençlere. ben bir mektup için gençlik ve orta yaş denilen zaman dilimini harcadım. belki bilse bir mektup için kaç akşam kaç güneş batırdım üşenmez yazardı. insan bir hiçliğe adım atmakta çok aceleci davranıyor esasında. ama öyle bir yaratılmışız ki, insan kendisine yakıştırdığı hiçliği başkası tarafından kabul görmesine tahammül edemiyor. ben 36 sene evvel medeni durumumu hiç yaptığımda. "o" buna evet dedi ve birçok arkadaşım şahit oldu altına imza attı. ve tanrı! benim ona verdiğim yetkiye dayanarak, beni saklambaç dünyasında çorbacık yaptı. artık tüm mızıkçılıklarım banaydı. tüm huysuzluklarım bana. bu hiçlik annesinden istediği şeyi alamayıp küsüp kendine odasına kitleyen çocukların hiçliği... hem kitlersin kendini. hem de beklersin kapı çalınsında "gel oğlum" desinler diye. sırf "gelmiycem" demenin gururunu yaşamak içindir tüm yalnızlık. 
    bir keresinde ben o yaşlardayken, kendisi bu yaşlarda olan bir dostum şöyle demişti. "dünyanın en zengin adamı olsam, huzur evi açardım. çünkü dünyada ki gerçek pişmanlık orasıdır. kaybetmiş bir insanı sadece orada dinleyebilirsin. pişmanlıkları, kalp kırıklarını, susmaları. sen göz yaşlarını dinleyebilir misin sinan? ben evet kazandım. çok kazandım. ama bir huzur evi açacak kadar hiç huzurlu olmadım.kendimden bir tane daha görmek istemedim belkide. bencil davrandım yada. kimse benden daha üzgün olamaz sandım. belki de olamaz. her günahkar insanın cennette kendini düşünmesi gibi... kendimi suçlayamadığım anlarda oldu. bir insanı sevmek ne kadar kötü olabilirdi ki? ya da bir insan kendisini bu kadar seven birinden başka ne isteyebilirdi? işte oğlum şu yaşta bu resme bak ve anla. dünya senin sandığın kadar yuvarlak değil. kutuplardan basık ve ekvatordan şişkin. bu basıklarda hüzün birikir, ekvatorda gurur... pişmanlık elden birşey gelmemesi ayrıca. sana buruşmuş yüzümle gülümseyerek tek söyleyebileceğim şey. "o"nu sevmekten bir gün bile pişmanlık duymadım. her erkeğin sessiz kaldığı anlar vardır. benim 36 senedir kalmam gibi. bugün burda senle olmaktan hoşnutsuz değilim. ama her yaşlı adamın bir de "ama" sı vardır.
   ama senin yerine burada onunla oturup buruşmuş ellerimizle o günleri kuma çizebilirdik.hatta şakalaşırdık da. öksüre öksüre gülerdik belki. belki güneşe sırtımızı dönerdik iki kambur gölge düşürürdük ayak parmaklarımıza. belki sen de olurdun sinan.  belki duygulanırdık, sen bize mendil uzatırdın. belki şimdi de uzatmalısın..."

eren akgül

2 yorum: