15 Ağustos 2012 Çarşamba

damla damla


Doğan güneş bile heyecanlandırmıyordu onu. rutin bir doğu-batı hareketi olarak görüyordu bunu. tarihte ki gibi kaybedenin sadece insanların olduğu bir savaş gibiydi. kazananın ve kaybedenin rolleri değiştiği. kimsenin memnun olmadığı bir süreçten ibaretti doğup batmalar. ya gün batımında yükselen aşklar? kaç ayyaşın ta yüzüne doğmuştu aynı güneş. kaç terli sevişmenin arasında çoktan tepelere çıkıvermişti, sessizce?

ağır ağır odasına yürüdü adam. darmadağın eşyalarına dokunmadan geçmeye çalıştı. kendi de acaba bunca insan arasında dokunulmadan geçilmeye çalışılan bir dağınıklık mıydı? bundan mıydı bu kalabalıkta ki yalnızlığı. kaç adımda uzaklaşmıştı sevdiği kadın... hangi ayağını kaldırmıştı yüzünü çevirirken. şuan ne yapıyordu, oturup sabahlığını mı kavuşturuyordu bir bardak su ile ellerinde. yoksa omuzundan mı öpmüştü yanında yatan bir yabancının... 

bu gece ağır bir intihar yolu seçti kendine yaktı sigarasını. her çırpışında elini, mutsuz bir orkestraya yön verdi. kaldırdı ellerini ağlamamak için dudaklarını anlamsızca ıssırdı damaklarıyla. ve indirdi ellerini...

herkes kendi karanlığında benzer mumlarla yürürler, herkes kendi dağınıklığına zerzeniştedir. hep daha toplu gelir bir diğeri bize. hep daha mutludur eski sevgili. hep gülen fotoğraflarımız vardır albümlerde. hep mutluyum deriz soranlara. hep unuttum deriz dostlara. hep atlattımı kullanırız yalan ortasında. hep kaldırırız  elimizi mutsuz orkestramıza ağlamaklı. bir haşin indirişimiz vardır sonra ellerimizi. bitmiştir. bir nefesliğine... sonra müzik tekrar başlar geceye yayılır ordan gözlere... damla damla ...

eren akgül

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder