19 Aralık 2014 Cuma

Entre la nuit, la nuit et l'aurore. Entre les royaumes, des vivants et des morts.

Böyle akşamlarda kısa kesilir cümleler. Yorgunluk mu? Yorgunlukta hayattan güzelim. Benim sana bahsettiğim yakamozsuz denizler. Kuytu köşelerde saklıdır akıl. Tabii ki tüm sahiller güzel. Benim sana tarif ettiğim kumsalda evsiz kalmış aşıklar barınır. Sevişmeyi ön, gösterişi arka planda tutanlar. Ve elbette tahammülüm yok mantıksız geçen bir iş gününe daha. Bunu münakaşa edecek istek de yok üstelik ceplerimde. Bir sigara saralım istersen yahut biraz yürüyelim sokakta. İlle Beyoğlu'nda olmamız gerekmez. Benim sokaklarım da güzeldir hem. Sıradan bir gece geçir benimle. Sonunda ille de sevişmemiz gerekmez. Sarılıp yatmakta hayattan. Belki iki bira da alırız Tombalacı Hüseyin'den. Son dedikodular midyeci çocuktan. Bunlar da hayattan. Ne yani sevmiyorsun beni diye kendine bahaneler mi sayacaksın. Bugün sayma mesela. Bugün kendin olma mesela. Mesela bugün ay ışığı olmayıversin denizinde. Denizsiz memleketler de aşk yok mu? Beyoğlu'nun hiç ışıksız sokağı yok mu? Herkes mi benden iyi ya da. Ne diyordum ben. Denizi diyordum, her zaman nerden denk getireceksin. Bu sefer benim dediğim olsun. Sade olsun, üstleri dağınık... Biraz yorgunluk hafif kaşlar çatık, diyordum. Sadece biraz yürüsek, hiç konuşmasak, tercihen elele diyordum. Sevmek diyordum, "sev!" den türemiş. Mastar halinde ne kadar eylem barındırıyor içinde. Ne kadar acı, ne kadar umut biraz üstüne tarçın hatta...
Eren Akgül