28 Şubat 2014 Cuma

son olarak

Geriye dönüp baktığında, biraz yanlış anlaşılmışlık, biraz heyecan ve bu heyecandan dolayı daha fazla yanlış anlaşılmışlık görürsün. Halbuki şuana yoğunlaşsa insan sadece hayal kırıklığını görebilir. Belki de o zaman kaf dağından bahseden yazarlar; aslında olmayan kaf dağının güzelliklerini değil de elimizdeki tüm dağların boktan olduğunu ve bu yüzden götümüzden güzellikler uydurduğumuzu içtenlikle yazabilirlerdi. Bu Dünya'yı o kadar kötü bulduk ki çocuklarımıza hep fantastik saçmalıklar izlettik, okuttuk. En azından çocuklarımızı; belli bir yaşa kadar Çin'in, çocuk işçilerine ayda 70 dolar maaşla yaptırdığı oyuncakları noel baba diye tonton bir adamın getirdiğine ikna edebilirdik. Teknik olarak noel baba'da yavşaktı, bizde. O kadar.

e.akgül

22 Şubat 2014 Cumartesi

gece yarısı mektupları

1989'da ilk kez nakavt olmuştum. Hayatım boyunca böyle bir acı yaşamamıştım. Bunu tekrar kendime yaşatmamaya dair içten bir söz verdim. 3 paket sigara ve orta kalite bir viski ile... 8 sene boyunca bunu tekrar yaşamadım. Hiç yumruk yemedim demiyorum ama dans edemeyecek kadar dayak yemediğimi umuyorum. Spotların altında terledim, kan gördüm, birkaç mafya bozuntusu için ayakta kaldım. Puan için yenildim, tek darbeyle indirebileceğim yeni yetme temiz yüzlü çocuklara... Bunlar içinde bulunduğum faşist çevrenin yazısız kurallarıydı. Bundan hiç gocunmadım yada yara almadım. Sinir olmadım ya da küfür etmedim demiyorum ama dans edemeyecek kadar gurur kırıcı olmadığını umuyorum.

1997'de seninle tanıştım. Biraz morluk ve adımı bile bilmeyen birkaç kadın hatırlıyorum etrafımda. Bunlar içinde bulunduğum faşist çevrenin reklam tekniğiydi. Beyaz bir takım elbise, normalde içtiğimden daha pahalı viskiler ve hayatımda görmediğim ya da daha önce yemediğim çerezlerle çevreliydim. Sen ise büyük ihtimalle çok daha narin ve gururluydun. Senin gibilerini tanırım, bilinci yediği kontradan dolayı kapalı, kim olduğu hakkında fikri olmayan yelekli bir adam tepende ve sana parmaklarıyla sayılar gösteriyor. Bu birazdan içi acıdığı halde dans etmek zorunda olan rakibinin galip geleceğini ve seni paçavra gibi dışarı taşıycaklarını anlatan bir geri sayım. İşte böyle anlarda senin gibiler ayağa kalkmaya ve elleri yumruk yumruk o tanımadığı adama devam edebilirim bakışı takınmaya çalışır. Barmenle aranda bu ilişki vardı ve kapalı gişe seni izliyordum.

Devam edebilirim diyordun sımsıkı tuttuğun kadehinle, bir tane daha lütfen...

1997 ocak ayı ve sana aşık oluyordum. Ayakta durmaya çalışman, çaresizliğin ya da gururun değil. O barmene lütfen derken ki bakışın biraz sonra onu yıkabilecek türdendi ve bu gizli saldırganlığın beni mest ediyordu. Bunu belki de sadece ben farkediyordum belki de sadece farkettiğimi düşünmek istiyordum. Biz insanlar, aşık olmayı kafaya koyduğumuzda senin yarım kalmış biyografine kendi cümlelerimizi ekleriz. Bu kendimizi senin yerine, sana ikna etme yöntemimizdir. Elime bir bardak daha aldım ve ağır adımlarla yanına yürüdüm. Bizler insanlara yavaş yaklaşmaya ve onları tartmaya yönelik yetiştiriliriz. Her ne kadar seni çözdüğümü düşünsemde bu içgüdel bir yavaşlık. spontane gelişmiş bir sahne ve sevilmiş... Ve yönetmen kalması gerektiğine karar vermiş gibi... Bana baktın ve bu tamamen fiziksel bir bakmaydı beni gördün demek istemiyorum. Sadece bana baktın. Bakmayı aklında son derece yalın tut. Beklentilerini en aza indir ve beni o zaman anlarsın. Kafamda güzel bir giriş cümlesi belirlemiştim, bazı sahneleri çıkartıp, doğaçlamalar için yer açmıştım ama sen direk bardağı elimden kaptın. Repliğini unutmuş bir aktör gibi sadece seni izledim. Beni bu konuda ikna ettin belkide... Bilmiyorum. 


İnsanlar, çoğunlukla kadınlar ilk tanışmaya çok önem verir. Bu hikayeler şişirilir. Olmamış şeyler eklenir daha bir aşk filmimsi anlatılır. Ve yine genellikle diğer kadınlar buna hayran gözle bakarak sonuna kadar dinlerler. Biz erkekler ise bu sonradan eklenmiş sahneleri acaba bunları uyduruyor mu yoksa ben mi hatırlamıyorum tadında izleriz konuşmayı. Yüzümüze aşk teması verir ve viskilerimizden birer yudum daha alırız. Bu söz bize gelmesin diye bebeklikten oluşma bir savunma yöntemi bir iç güdüdür. 8 Aylık bir bebek tüm soru ve saçmasapan gelişen olaylara cevap vermemek için biberon yada annesinin memesine saldırır. İstese konuşabilir emin ol. Ve bizim hikayemiz bana göre o kadar doğal ve bir başka çifte anlatamayacak kadar boktandı.


2001 mayıs ayında beni terkettin belki de ben seni. Herhangi bir otopsi istemedik. Yada mezarımızın açılmasını... Bu yüzden bu kararı kimin verdiğini asla bilemeyeceğiz. Bu terkediş 1997'de verdiğim sözü tutamama, bu sporu bırakmama. Sık sık kendimi güçsüz ve çaresiz hissetmeme neden oldu. Çok kez yumruk yedim. Çoğu insanın ayakta duramayacağı güçlere dayandım. Bir kez nakavt oldum ama bunların hiçbiri bu kadar canımı yakmadı. Bütün bunları neden anlatıyorum? Bilmiyorum. Belkide her erkek gibi bir gece vakti bu mektubu kapının altından atmak adına. Sana kendimi hatırlatmak, bir şeyler ummak ya da bambaşka bir saçmalık için... Bilmiyorum. Bilsem gider üniversitelerde seminerler verir, bir çocuk yapıp ona nasihatlar sıralardım. İnan bilmiyorum.


Dedim ya güçsüz hissediyorum. Tekrar dans edebilmeyi umuyorum. Yüzüme parmaklarını sayan tanrı'ya ellerimi açmak yerine, yumruklarımı birleştirip devam edebilirim demek istiyorum. Seni seviyorum.


Eren AKGÜL