17 Ekim 2012 Çarşamba

olimpos

dalgalar gibi geri çekildi göğüsleri tekrar tekrar. sobanın üstündeki mandalin kabukları gibi kıvrıldı bedeni kollarımda sonra. gözlerim güneşin son anları gibi yavaş yavaş kapandı, süzülürken son nefesim dudaklarımdan. titredik üşümeden olimpos ve tanrılarla... 

eren akgül

10 Ekim 2012 Çarşamba

bazen...

Durup dururken aklına gelir bazen. Nefes almak alışılmışlığın dışına çıkar. Zaman civadan daha yoğundur nşa da. Ve zaten amcam da durup dururken atmıştı kendini. Yıl 1978...                                                     EREN AKGÜL

2 Ekim 2012 Salı

Domattez soruyor, eren akgül saçmalıyor

Domattez  blog olayına farklı bir bakış açısı getirerek kendikendine bir ropörtaj yapmıştı ve gerçekten eğlenceliydi. 2.si bana düştü, gerçekten eğlenceli bir iş oldu. Kısıtlı imkanlarla iş güç arasında ortaya böyle bir sohbet çıktı. Kendisine çok teşekkür ediyorum...

Burdan sonrası domattez'den gelsin!






Bu röp işi eğlenceli olabilir diye kendimi bunun da içine atmıştım, nitekim düşündüğüm gibi keyifliymiş. Fakat en güzeli yüz yüze yapılanı olmalı... Kayseri'ye gidemediğimden Eren ile öyle bi durum söz konusu olmadı. Ama gideceğim.

Ufak bi gezelim görelim yapabilirim.
Bu ilk ve mesafeli bi deneyimdi, daha da güzelleşip dallanıp budaklanabilir.

Pekala.. Bildiğime göre önce teyit etmek amaçlı tam ad soruluyor.. Bu durumda mahlasını da söyleyebilirsin tabi..


Başlıyoruz.
1) Neden yazmaya başladın? Sorum sadece blogunu kapsamıyor.. Eminim ki daha önceleri de yazıyordun. Yoksa blog açınca mı bi yazar kesildin başımıza?

Tam isim eren akgül.
Neden yazmaya başladım.... Açıkçası yazmaya küçük yaşlarda başladım, belki komik ama ortaokuldaki kompozisyon yarışmalarına kadar çekebiliriz tarihi. Ama yazmam gerektiğini ne zaman fark ettim, bunu soruyorsan bir aşk hikayesi diyebiliriz. Eski kız arkadaşlarımdan bir tanesinin söz teşviği ile desem yalan olmaz. 
Diğer taraftan blog ile yazma girişimlerimin hiçbir bağlantısı yok. Çoğu kez arkadaşlarım "blogun olmalı, blogun olmalı!" diye bana bağırdılar ama ben o kadar üşengeç ve -bu konularda- vurdumduymaz bir pisliğim ki bir blog açmadım. En son bir yazımdan sonra ev arkadaşım eline aldı bilgisayarı ve bir blog açtı. Aslında daha önce kendi açtığı ama benim oraya kayıtlarımı iliştirmediğim eski bloğu aktif hale getirdi. Azcık komik aslında ama o kadar kasvetli anlattım ki,  fıkrasına gülünmeyen adam gibi hissediyorum şu an kendimi :)

2) Aşkı mı yazarsın yani sen genelde? Kadınlarla aran nasıldır?

Aslında aşk ağırlıklı yazıyorum ama sınırlandırmak yanlış olur. Politika, bazen fikir yazılarım ya da denemelerim de oluyor. Hatta üzerinde çalıştığım polisiye ve insan psikolojisi arasında kalmış bir romanım var. Umarım birgün çıkarabilirim... 
Diğer taraftan evet kadınlarla aram iyi. Bu iyilik bana bazı ayrılıklara da patladı.  Ayrıca kadınlarla arası iyi olmayan erkek yoktur :) Bunu bir de bayan arkadaşlarıma sormak gerek. Kadınların Eren'le arası iyi mi? Doğru soru bu olmalı.

3) Aslında sana sorulması gereken soru "kadınların seninle arası nasıl olmalı"ydı, üzgünüm.. Savunduğun bi hayat görüşün var mı;  "her şeyin başı rakı" gibi..?
Hep merak etmişimdir şu yaşıma kadar, herkes bi tabunun peşindedir ya da toteme tapar çünkü.. 

Galiba kadınların benimle arası nasıl olmalı sorusu zor bir soru :) 
Çünkü hepimiz biliriz ki istediğimiz gibi olmaz hiçbir zaman. Hatta bir filmde bahsettiği gibi, misal hayatımızın aşkıyla tanışmak cümlesi yanlıştır. Hayatımızın aşkı zaten kafamızda bellidir, biz her gün onu ararız. Ve bir gün karşılaşırız. Yani birgün sokakta hayatımızın aşkıyla tanışmaz onunla karşılaşırız, zaten zihnimizde onu tanırız. Bunu çok severim buraya oturuyor diyebiliriz. Ama ille de bir şeyler dileyecek olsam, yalansız bir kadın (insan) dilerdim. 
Sabah saçıma bakıp bok gibi olmuşsun diyebilmeli. Ve ben buna bozulmayacak kadar onu sevebilmeliyim. Ona gerçekten gülümseyebilmeliyim. Gerçek gülümsemelerde alnımız ve göz kenarlarımız kırışır. Bunu duymuş muydun? Kadehimi tüm kırışık suratlara kaldırıyorum o zaman!

Tabular malesef her ne kadar yalanlasak da hayatımızın birer parçası. Yalanlamamız da eğlenceli, ironik diğer parçası galiba. 
Bu soruyu kendime hiç sormadığımı farkettim az önce. Bana mavi ekran verdirttin bile diyebiliriz. Benim tabum sırt çantam olabilir diye düşündüm. Dağcılıktan kalma bir alışkanlık, Her daim sırtımda bir çanta ile görebilirsiniz beni. Okulda, markette, işte, dağda, piknikte, barda... İçinde bir adet çakı, perlonlar, ipler, polar, yedek t-shirt, kalem, not defteri, çakmak vb... 
Saçmalık gibi ama her an bunlara ihtiyaç duyabilirmiş gibi hissediyorum kendimi. Bahar şenliklerinde üşüyen hanımlara ekstra polar çıkartıp 9 puan aldığım su-götürmez bir gerçek ama:) 
Diğer bir yandan dağcılık insana acizliğin ve gücün ince bir çizgide ilerlediğini en iyi öğreten spordur. Bunları taşımak bana gücü ve acizliğimi hatırlatan bir sembol aslında, dipnot olarak... Ayrıca her şeyin başı rakı:) 
Eklemek istediğim birşey yok sayın hakim:)

4) Başucu kitabı diye bir gerçek var. Bunun farkındasındır diye düşünüyorum. Seninki ne? Hadi yok diyelim, o halde şu an ne okumaktasın?

Biraz garip gelebilir ama Hakan Günday'ın Kinyas ve Kayra kitabı başucu kitabım olabilir. Çünkü ara ara içindeki enfes cümleleri tekrar tekrar okuduğum oluyor. Tam bir cümle mühendisi kendisi.

Şu an iki kitabı aynı anda okuyorum işlerimden dolayı yarım yamalak gitse de enfes kitaplar. İlki; Charles Bukowski'den "Kahramanın Yokluğu" çok güzel bir arkadaşımdan hediye... Diğeri ise; John Fowles'dan "Koleksiyoncu" isimli kitap. O da eski yasaklı kitaplardandır, tavsiye ederim.

5) Tuhaf. Yeni bi arkadaşım var. Gerçi sadece benim bir tane arkadaşım var. Ve yeni.
Bana Brautigan'ı Bukowski'yi tanıtan oydu. Hayatım değişti. Yazılarım ve ben değiştim. Ve Hakan Günay. Lisenin ilk yılı ya da ikinci yılıydı, edebiyat öğretmenim ve o arkadaşmış. Okuluma gelmişti. İmzalı kitapları var şimdi. Kesinlikle çok kuvvetli biri.
Böyle, "vay canına" dedirten cümleler vardı. Aklımdan hiç çıkmaz Niconar Parra'nın "insanların da yan etkileri var, bazıları başını döndürebiliyorken, bazıları mideni bulandırabilir" cümlesi. Şimdiyse "Suda iki heykel vardı. Biri annemdi"yi unutamam. Var mı böyle etkileyen seni? Sokaktaki vatandaş bile olabilir tabi. "Hangi sandalye" diyen öğrenci de olabilir..

Aslında şu yazdıklarını okuduğumda "sen" bile diyebilirim. Bir yazar diyor ki insanlar, birbirlerine görünmez ağlarla bağlıdır. Birbirimizi ölesiye etkiliyoruz, birbirimizi tanımasak bile. Bir anımı anlatmak istedim nedense.

Kaldı dağı'nın kuzey buzulu tırmanışındaydık. iki kişiydik. Türkiye'nin en zor tırmanışlarından biridir bu. Ve hayatımın dönüm noktalarından biri desem galiba doğru olur. 8-9 Saat değer biçtiğimiz bur tırmanış bize bir ömür gibi uzun gelecek ve sandığımız gibi bitmeyecek bir yaşam mücadelesine dönecekti ve biz bilmiyorduk. Uzatmayacağım öyle an geldi ve metrelerce yukarda bunun son maceram olduğunu düşündüğüm bir sürece girdik. Sadece gözlerimizle birbirimize cümlesiz teşekkürler ettik ve dönemeyeceğimizi anladığımızı anlattık. Gözlerim yaşardı ve dönmeye çabalamaya başladık. Sistemler kurduk, ağladık, konuşmadık ve saatler sonra ölüm vadisinden kurtulduk. Tüm bunlar 29 saat sürdü. Aşağı indiğimizde sarıldık ve şuan kardeşim diye adlandırdığım o arkadaşım bana şunu dedi. Yukarda olanlar yukarda kaldı. Ne ailemiz ne arkadaşımız ne sevgilimiz yanımızdaydı. Biz vardık ve birşey oldu şimdi bitti. Yaşıyoruz olan bu!

Komik gelebilir yada abartı olan buydu yürüyorduk, yaşıyorduk, hayat zaten bu, öyle değil mi? Bu konuşma ve olanlar görünmez ağları, görünür kıldı. 2 heykel yatıyordu ve biri bendim...

6) Tırmanış hoş olmalı. Benim tutkum su altıydı. Babam bana dalışı öğretti ve bırakamadım... Diyemeyeceğim. Sonra Frank diye bi herif Sürü diye bir kitap yazdı ve ben denizden korkar oldum. İşte su altında iki heykel yatıyordu ama ben sudan korkuyordum.

Bu arada başta sormam gerekirdi: Neredesin? İzmir'imin güzel insanı mısın yoksa İzmir'i daha hiç tadamadın mı?

İzmir'i sadece kaçışlarda tattım yani o kısa tatillerde. Doğma büyüme Ankara'daydım ama Kayseri'de üniversite okumaya başladım uzun yıllar önce hala okumaktayım malesef.

7) Ankara. Hiç haz etmem çünkü denizi yok. Sen de her Ankaralı gibi "la bebe" diyor musun :)

İstediğin bölümü mü okuyorsun peki? Ya da ne bileyim, hikayesi var mı bu bölümün? Bu sıradan bi röp değil, seni tanıyoruz o kadar..

Espri amaçlı kullandığım oluyor severim ben bölgesel konuşmaları. Burada daha çok Kayserili konuşmasını benimsedik. 
Ankara, evet dışardan hiç sevilmez, ilk defa duymuyorum bunu son da olmayacak. Ama Ankara'da farklıdır, misal Vega'nın Ankara şarkısı ya da Yılmaz Erdoğan'ın o şiiri Ankara'yı çok iyi anlatıyor bence. Özlettiriyor bazen bana hatta. Ama hayalimdeki şehir, olmazsa olmazım diyemem. 

Bölümümü seviyorum ama ÖSS yıllarına dön desen istediğim bölüm buydu demem. Ama olmam gereken bölüm buymuş dedirtti yıllar geçse de hala.
İç dünyamda ise, hiç okumasam sağda solda yaşasam diye de çok düşündüm bunu ilk defa burda açıklıyormuşum gibi de bir his var hani

8) Nereden geldin, nereye gidiyorsun bana kısaca özetleyebilir misin? Kendi ne olarak gördün, ne oldun, ne olacaksın?

Hayal dünyasında yaşayan bir çocuktum, şu an hayal dünyasında arsaları olan bir yetişkin olma yolundayım. Neler yapacağımı biliyorum ama yapabilecek miyim zaman gösterecek. 
Kendimi ne olarak gördüm... Bence bu soruyu politikacılar cevaplayabilir, onlar yalan söylemeyi severler, ben buna verecek bir cevap bulamadım. 
Ne oldum.... Bunu aslında çevremdekilere sormak gerekiyor, ne olacaksın sorusu ise belki cevaplanabilir... Diğerleri gibi olmayacağım, en azından deniyorum...

9) Aslında merak ettiğim tek bir şey var. Küfreden kız nasıldır sence?

Ben severim:) 
Ama küfür etmek için küfür eden kızı değil. Doğal olanı diyelim. Toplumda direk damgalanıyorlar engel olamıyoruz, önünü alamıyoruz efendim.

 Bu, mesafelerin engel olamadığı röp için teşekkür ederim.

http://domattez.blogspot.com/2012/10/buyrun-buyrun-yaptgm-ilk-pasta-gibi.html