21 Ağustos 2013 Çarşamba

kurtuluş


Ankara'da ilk sevişmelerin temeli kurtuluş parkında atılır. Ondan sonra ya yüzük ya kelepçe. Belkide bu yüzden parka hem evlendirme dairesi hem karakol koymuşlardı .  eren akgül

19 Ağustos 2013 Pazartesi

benler

"hiç kimse hiç kimsenin ses olsun diye açık bıraktığı televizyonu değildir." feyyaz yiğit/aptal

Kudret, afilli cümleleri hep bir yerlerden duyup bize yetiştirirdi. Onda bir belediye anonsçusunun üzerine yakışmayan ciddiyeti vardı. Sesi mimiklerinden önce değişirdi. O çarşamba günü gelip bana bunu söylemişti. Başta ilgimi çekmedi, dalga bile geçtim hatta onunla. Dalga geçmek erkek milletinin duygulardan en güzel kaçış yöntemidir. Böyle parçalı bulutlu günler dalgalı olurdu tabii ki hepimiz için.

Kendimi onun için açılmış yüzü hiç önemli olmayan müzikleri güzel konusu berbat bir film gibi hissettim. Başrolünde kimse olmayan herkesin figüran olduğu bir film... Sesimiz ara ara yükselirdi elbet, bazı sahneler aksiyon doludur biz erkek milletinde. Hemen belli belirsiz bir el uzanırdı ve kısılırdı sesimiz. Muhtemelen Tesla'nın götünden uydurduğu o frekanslarla. O an düşündüm tüm bunları. Benliğimin ortasına bir ateş yakmıştım da etrafında tüm duygularımla oturmuştum. Bir yanım elinde çomakla ateşi karıştırıyor, bir yanım kor halindeki o ateşin muhteşem görüntüsüne hayran olabilmek için elinden geldiğince çabalıyordu. 

Derken biri konuştu ateşin etrafındakilerden. Kızgın tarafım olsa gerek. Olabildiğince bağırıyordu. Bir benlik ne kadar bağırırsa o kadar... Seni suçladı saatlerce. Dönmeliydi dedi. Kaç defa araya girmeye çalıştım, sebeplerin olduğunu söyleyecektim ki... dinlemedi bile. Dönebilirdi dedi. Sevmek ne kadar zor olabilirdi ki dedi. Bazı benler buna katıldı. Bazıları ise katılmasa da ağladı. Kızgın olan iyice hiddetlendi, belki ağladığımıza belki, o da ağlamamak için. Dipsiz kuyuların içine bir çocuk taş atmadıkça bilinmez suyla dolu olduğu. Her zaman nerden bulucaksın çocuğu böyle kuyuların yakınında. Hadi buldun diyelim, bu kadar dengesizini...

Araya girebilen naif ben oldu. Bazılarımızın hatalarından başladı konuşmasına. Suç bizde dedi. Hata yaptık. Sevmek bir çikolatayı sevmek gibi olmamalı dedi. Yutkunmadan ilerledi. Yutkunsa bir başka ben parçalardı onu, biliyordu.. 

Daha ağlak bir ben bitene kadar bekledi. Belki daha uzun. Biraz düşündürdü bunlar bizi. O sadece anılardan devam etti. Anılar bitmek bilmeyen zulümler gibidir oysa. Sadece iyi olanlar konuşulur, hatırlanır. Sevdiğin bir şarkının sadece nakaratı gibi akıldadır. En çok orayı söylemeyi seversin. Belki sadece orasını bilirsin...

Sesimiz kısık, bulanık bir ekrandan baktık sana... Neyle meşgüldün ve neden kapatıp gitmedin, hiç bilemedik. Kapatmadı o da seviyor dedi, bekledi bir tarafım. Sinirden köpürerek, küfürler yağdırdı bir diğer tarafım. Beklerken hüzünlü olanlar da vardı, artarda sigara içenlerde. Sigara ne yavaş bir intihar biçimidir hem. Beklemekle harmanlanır, gözyaşı ile servis edilir. Bu yüzden her izmarit biterken boğulur parmaklarla. Bu yüzden insanlar sevmez sigara kokusunu. Bitmiş sevdaları hatırlatır sigara kokusu. Batıl inançla odasında içirmeyenler bile çıkar, o lanetin ona geçeceğini düşünerek. Bu yüzden devletler yasaklamak için elinden geleni yapar bu mereti. Bu yüzden mekanlar kaybetmiş insanları içeri almamak için kapalı alan zımbırtısını doğurmuştur.

-Sigara Öldürür- sevdiklerinizi düşünün...

Her pakette 20 birbirinden beter an bulunur. Seviştikten sonra içilen sigaralar bize nuri alço'dan miras zihin alışkanlıkları... Yok öyle bir keyif sigarası.

Benliğimi bulamıyorum. Her kültablasında yakılmayı vasiyet etmiş sevdalar var şimdi. Külleri sahillere serpilmek suretiyle. Her kibrit biraz cellat muamelesi görüyor bizim nesilde. Ve sen neredesin?

Benliğimi buamıyorum diyorum. Bunun için çok konuşuyorum. Çok konuşmak biz de aileden. Kaybetmişliği kabullenmemek gibi ırsi. Daha önce de dediğim gibi. Her erkeğin susup arkasını döndüğü anlar vardır. Yüzünde kibrit aydınlanmasıyla... Sesimi aç. En sevdiğin program olmalıyım. Her saat yayınlanmalı, gece tekrarlarında seninle buluşmalıyım. Sesimi aç. Bırak komşular etsin lafını, kalorifere vursunlar. Uyuyamasınlar... Sesimi aç... Tekrar, tekrar izle beni. 

eren akgül

13 Ağustos 2013 Salı

bir şey söyle, naber de mesela.

"...onun savunma yöntemi benim ona yaklaşma isteğimden daha etkiliydi." demişti stefan zweig. 

Ben de demiştim elbet. O daha güzel süslemişti. Biz de hep bir delikanlılık yaştan. Anlatmak istediklerimizi gururla yoğurmalar. Oysa şimdi anlıyorum gurur kaybederken kıvamını bulurmuş. Neredesin acaba şimdi?

Kim derdi ki jolene'i yıllar sonra bir kız çocuğu çıkacak ve hepsinden daha güzel söylecek diye. Sen duysan güler geçerdin. Terbiyen olmasa ah olmasa çekerdin siktiri... Biliyorum yapardın. Herkes kadar terbiyesizliklerimiz vardı gerçi. Belin normal hayattakinden fazla kıvrılırdı geceleri ve kalbin garip atardı. Kalbini çevreleyen göğüslerin vardı bir de. İyice konudan kopartıyorsun beni ama ah o salınışların...

-Aşık bir sigara yakar. Kadın gider. Perde kapanmaz. Bir duble acılık kalsın diye herhalde, ağızlarda)

Hem neredesin sen şimdi? Bir çay koysan da öyle konuşsak yani. 1 kahvenin 40 yıl hatrı yok mu bu yüzyılda? Üçü bir aradalar sayılmıyor mu yoksa bakkal amca? Kampanyası mı bitti, sus... Kaldıramam bu kadarını. Çocuk gibi üzülüyorum. Dondurmasını yere atmış bir çocuğum, kaldırıma ayrı dondurmacıya ayrı sövüyorum. Dondurma olabildiğince beyaz omuzlarında biraz kakao. Seni düşündükçe şimdi boğazım ağrır geceleri.

Allah aşkına neredesin, kiminlesin. Bak soru işaretini de bıraktım. Yemişim diz üstü etekleriyle, edebiyat hocalarını. Ne kadar ünlemli seviyorum ben. Daha kaç nokta koymalıyım pişman olduğumu anlatabilmem için. Her ergen kadar 3 nokta var işte ceplerimde. Dünya'da demişsin son şiirinde. Başka insan kalmasa, yalnız öleceğimi bilsem, öznelerde sen olmazsın.Böyle cümleler için yaşlıyım ben. Yaşlılık, yaşanmışlık anlamına gelir bazı köylerde. Unutma bunu. 

Çünkü unutmak felsefede anlamsız bir sözcüktür. Kimse unutmaz der freud. Karalar. Karaladıkca, akılda kalır. Her darbe unutamama sokağında bir sanatlı dönemeçtir. 

Evet ve geyik biter. Neredesin. Sözüm söz. Soru işareti yok. Ama bir ses ver. Sevmiyorum de mesela. Olumsuzluk da diyaloğun gereksinimlerinden. Beni duyuyorsan parmağını oynat. Göz kırp. Yaşadığını aptal makinelere ispat ettirmene gerek yok. Çağ bilişim çağı, eyvallah. Ama aşk da bu kadar tıbbiyeye lüzum yok. Kahkaha at. Kahkaha da kabulümüz. Ölçüsü dört-dörtlük olsun. Dalga geç. Hakaret et. Küfret ki sesin gür çıksın misal. Gür çıksın ki daha iyi duyayım seni. Hatıralara ihtiyacım var, sesine ihtiyacım var. Ay ben utanırım diyorsan tahtaya dön de söyle şarkını. Çocuksuluk da kabulümüz...

eren akgül




10 Ağustos 2013 Cumartesi

bekleme salonu yalnızlığı

 
Leyla ile başladığımızda ki karın ağrısı bugün de içimde. Araba tutan çocuklar gibi elinde poşet bekliyorsun, bir yandan da "kek de verir mi acaba muavin abi" tedirginliği. Beklemek o kadar çılgınca bir eylem ki. Eylem dedimse hemen aldanmayın. Beklemek çok da eylem barındıran bir sözcük değil oysa. Hayat akıp giderken sigara içmek gibi en kuytuda. Misal sen takıcaksın koluna beyfendiyi ben eve gidip içicem. Beklemek dediğin bu kadar aslında. Bir nevi askerlik gibi her belli yaşa gelmiş erkeğin çekeceği bir halt.

Neler duymuşsun neler. Ulan Leyla, senin adını çığırırken dost meclislerinde 2 kişi zor taşırdı eve, bunu anlatmadı mı muhbirlerin. Ah 3. tekil şahıs piçleri. Hep kıskandıkları hayatlara bok atarak yaşadılar. Onlara değil de aslında sana kızıyorum ben. Kulaksa bizde de var ağızsa aynı adamlardan bizde de sürüyle. Ben de mi inansaydım girip çıktığın evlere, aynı projede ki çakal arkadaşlarına, asistanlarla kırıştırmalara. Yapmazdın, yapmadın, yapmayacaksın.

Ben de yapmadım işte. Birini sevmeye çalıştım ekran kartım kaldırmadı. Bunu da zaten anlatmışımdır. İnsan bir kere aşık oluyor derler ben de derim ara sıra ama iş artık o boyutu aştı. Neyse konu bu değil içim acıyor. En güçlü gözüktüğümüz giysileri giyiyoruz. En takmaz tavırlar aksesuar olmuş üzerimizde. Saçımı bile farklı tarıyorum ayaktayım dercesine. Ama hepimiz biliyor ki 5 seneye kelim. Beklemek bir bebeği kolay ah o arada sancılar tutmasa.

Evlenirsin belki bir gün. Onu da yaşadım başkası koymadı ama bu sefer ne halt ederim bilmiyorum bak. Garanti veremem küçük altına , umut veya mutluluk konuşmalarına. Müslüman olmasam belki vaftiz baba felan olur yakınlaşırım sana ama bu da yemez üniter aile yapımızda. Yalandan mutlu olurum Behzat ç. de ki harun gibi senden önce takarım yüzüğü. Ama aynı harun gibi senden önce atarım aynı yüzüğü. Yüzük yine neyse ne. Daha kaç insan kaldırcaz yerden yüzükten önce düşmüş...

En müşkül durumlarda Brian Crain'den Fire dinliyorum. Boğuk bir hüzün kaplıyor içimi. Ağlıyorum desem yalan olur ama ağlasam bundan daha delikanlıcadır eminim. Elim yüzüm seyriyor. Ve yankılanıyor "sevmiyorum".

Bir insan daha ne kadar ne konuşabilir ki diyorum. Aklıma afilli filantalar'dan bir cümle geliyor. "Gidiyorum diyen birine, temelli mi diye soran insan sen ne kadar güzelsin" Ordaki adam kadar kendimi saf ve salak hissediyorum. Ama insan yine de soruyor, hiç mi?

Ya leyla rambo bıçağıyla pasta kesilmiyor artık bu şehirde. Otel odasında hasta hasta sevişmiyor artık bu şehrin gençleri. Hepsi yavaş yavaş büyüyor ve büyümek yavaş bir intihar biçimi, şüphesiz.

Karın ağrısına ne iyi geliyordu? Sigara...

Zaman zaman insan Dünya'dan kopuyor. Beklemek diyorsun elbet bazen çeliniyor aklın. Bırak ulan tatavayı diyorsun hayatımı yaşarım. Hayatta hiç bir şey gaza gelinmiş kararlardan daha acı değildir. Öyle özsüt'de yeni tatlı denemeye benzemez. Beğensen de beğenmesen de sike sike ödetirler o hesabı. Burda beğenmediğin şeyin tatlı olup olmadığını bile bilemiyor insan. Hata yapıyorsun, sevgilinden önce rtük kesiyor cezayı. Şaşırmamak lazım bu ülke tülin ve Caner için rahat 6 ay harcamış bir ülke. Bizi mahvetmek için 6666'ya mesaj atmasına da gerek yok. Ben şaşırmıyorum bu benım yeni hobim.

Şaşırmayan adama rahat deniyor. Ha bak buna tavım. Çok rahat adammışım, kimseyi takmıyor muşum leyla. O zaman neden uyuyamıyorum? Rahat batıyor herhalde. Beklerken uyuyakalmalı insan. Rüyalar çünkü genelde tatlı ya da uyanabileceğin kabuslar var en azından.

İnsan bekler marifet değil bu. Bende beklerim. Ama bir başkasını beklemeye mecbur edişin beni. Senin yanında eşantiyon itelenmiş bir adam. Bunu kabul etmek haluk Bilginer'in tabiriyle. "Görünce içim cız etti. cız etmek de ne tornavida yemiş gibi oldum"... Buna daha fazla sözcük ekleyip, çıkaramam. Yarasıyla oynayan 3 yaşında çocuk gibi hissettiriyor.

Ben beklerim leyla. Sen net konuşursun ben 3 nokta severim. Sen gülersin ben çok soru sorarım. Kişilik meselesi bu. Sen değişmezsin ben zaten değişsem karşında olmam. Özet: Bende değişmem. Yani beklerim.

Erken kaybedenler'de bir yasemin var. Benim durum Emrah serbes'den de bok. Cümlelerimi onunkiyle bitiricem. Bugün ne kadar zorlasam da beynim çalışmıyor. Elif şafak stayla ordan çal burdan ekle kitap bile yazarım. Adını da leyla ve piç koysam. Olur mu olur bakma öyle, hayalci tarafım beni hep aşağı çekiyor. Bilmiş bilmiş bakma, gül sadece.

Diyor ki ; beni bu dertten sadece yasemin kurtarabilirdi, o da düşünmek için biraz süre istedi. 7 sene önce. Bazen amma uzun düşündü diye düşünüyorum. Daha çok gün batımlarında...

eren Akgül