26 Eylül 2011 Pazartesi

eylül


hayatımı sorgulatan bunca saçmalağın arasında bir yerde oturmuş çay içiyordum. belli bir sisteme ait olmayı seçenler zaman diliminde ya da sisteminde buna aylardan eylül adını vermişlerdi. üstüne şarkılar yazılmış, sonbahar aşklarının uğrak koylarından biri olduğu konusunda hemfikirdi herkes. bense o eylül akşamlarından birinde sözlerini yarım yamalak seçtiğim bir deep purple parçası eşliğinde yalınayak yürüyordum geçmişime. öyle bir sokaktı ki bu yürüyüş güzergahım. tüm tabelaları gelecekten. renkler vasat ve silik, üzerinde de delice bir aşkın acısını çekmiş sarhoş gençler tarafından açılmış delikler vardı. bunlar kurşun deliği ve rüzgarla yalanmış olanlardandı. bulduğum her cevabı o deliklerden geçiriyordum. her gerçekte polatlı 92 km yazıyor. her sigara molamda tuvaleti ve marketi olan bir dinlenme tesisine 4 km uzaklıkta olduğumu görüyordum. ve ne zaman seni düşünsem. el ve kol yardımıyla daha önce hiç gitmedikleri bir yeri tarif eden insanlardan sana nasıl ulaşacağımı öğreniyordum. her yanlış tenle uyanışımda, o kadınların gözünde; "ben de buranın yabancısıyım birader" cümlesini seçebiliyordum. yorulmuştum, usanmıştım. aylardan eylül'dü ve şarkı değişiyordu. tabelalar daha küçüktü şimdi ve bir köprüye gelmek üzere olduğumu söyleyenler vardı. belki balık tutan emekli bir öğretmen görebilirdim ama atlamayı seçmek gibi saplantılarım da hep mevcuttu. özellikle yüzmenin tehlikeli ve yasak olduğu noktalarda, av mevsiminin geçip geçmediği kahvelerde konuşulurken...
bir kadın oturmuştu işte yalnızlığın ta karşısına. dalgaları ayak uçlarını yaladı biraz. saçları hafifce titredi rüzgarda. gözlerinı kaldırsaydı topraktan, kainat ellerine dökülecekti... ama kaldırmadı. dudaklarını büktü o kadar..

sonra durup dururken bir oyun tutturdum kendime. alfabeler de yapardık kendimize küçükken bunu hatırladım. ben saklanmıştım ve o kadar milyar insan beni arıyordu dünya denen sokak arasında. çıksam sobelenecektim çıkmasam annem çağıracaktı 20 dakika içinde. ben sevmeyi seçtim ne elma dediler çıktım ne armut dediler baktım sonra. ve mızıkçılık da yapardım çıkıp gelmeseydin... inan yapardım...

gece


Gözlerin İstanbul kokuyor,
Kaçış kaçış çocuklar, dalıp gittiğin sokaklarda,
Bir kayık geçiyor hüzünlerden,
Ve ben seni düşlüyorum ankara’da…
Gözlerin kum kum…
Eli yüzü çamur çocuklar geçiyor önlerimden,
Bir kayık batıyor gökyüzünde,
Yıldızları ellerinde…
Ve sen koşuyorsun yalınayak,
İnsanlar yıldız kaydı sanıyor…
Gözlerin gecenin son saatleri,
Yumuk yumuk ve uykulu,
Üzerinde bir battaniye, belki bir bulut.
Masada kırık bir kavanoz, doluca reçel
Ve dudaklarına damlıyor ağır ağır…
Aşk gibi yayılıyor, zaman gibi…
Gözlerin bir kadehi, yan yana…
Ve sen saklı bir çiçek, yosunlu taşlar altında…
Sen gözlerini kapıyorsun,
İnsanlar gece diyor…

25 Eylül 2011 Pazar

yüzümü yağmur yağıyormuş gibi gökyüzüne kaldırıp gözlerimi kırpıştırabiliyorum seni düşününce...

sigarasını bir böceği ezer gibi özenle ezdi adam. kadınsa çoktan uyumuştu. belki bir rüyanın eşiğindeydi, belki çoktan merdivenleri çıkmıştı, bilinmez... kaşlarını hışırtıyla ovuşturdu adam sonra, döndü kadına devirdi gözlerini. torba torba süzdü bacaklarını... kadının göğüsleri bembeyazdı, onları sıcacık iglolara benzetti adam ve sigarasına hayat verdi.

"neden?" diye düşündü. aynı soru işaretinin etrafında dönüp durması nefes almasını bile kısıtlıyordu sanki.
neden unutamıyordu onu ve neden hayatını böyle parsellere ayırmıştı boş bir hayal için. tutmuş muydu ellerini? söyleyebilmiş miydi sevdiğini? merhaba bile diyememişti belki de. belki de öyle birinin olduğundan bile emin değildi. kıvır kıvır saçlı bir rüyadan mı ibaretti hayatı. daha kaç nefessiz gece geçirmeliydi aynı rüyayı görebilmesi için ve kaç kulaç atmalıydı ulaşabilmek için dizlerinin dibine... adam doğruldu, şarap kokusu yüzüne yayıldı. "hayatta" dedi, sesli sesli... ve devam etti boğuk sesiyle; " bazı anlar vardır ki, ayıramazsın zamandan..." sigarasını dudaklarına sıkıştırdı,  bir nefes çekti. " ya uyanamıyorum bu rüyadan, ya da uyuyamıyorum tanrım!"  



kadın yatağında yenı bir yer seçti, tatlı bir mırıltıyla, adam kadehini sıvazladı... kıpkırmızı bardağa baktı, ışık oyunlarını izledi dalga dalga loş aydınlıkta. zihninde döndü parsellenmiş hayatı, unutamıyordu gülümseyen kadını ve hatırlayamıyordu öncesini... kaç yanlış yazı-tura atmıştı. yatağında uyuyan yabancı kimdi, şarabı bitmemiş miydi, hangi yağmurda hangi eli yalnızdı, hangi hayale aşıktı ve hangi uykusuz gecenin rüyasındaydı... elindeki tüm soru işaretlerini attı masaya, boş sigara pakedini boğarken. doğan güneşe kırıştırıp suratını onu düşündü. sabahın son yıldızına aynı dileğini diledi sonra. 


kadın çarşafı yüzüne çekti, adam başını masaya dayadı... o kadar...

eren akgül

Devrilen Kadeh

adam 23 yaşındaydı bazı günler. elinde yaşından büyük bir titreme. kadehini kaçırdı elinden, hayatında ki birçok şey gibi. kadeh sallandı, adamın saçlarından daha karışık bir masada... o`nu düşündü adam. kalkışını, ellerini hızla çekişini ellerinden... gidişini seyretti. kadeh devrildi. sigarasını aradı adam, acele bir anne gibi. o`nu düşündü. saçlarını, kıvrımlarını... dönüşünü sokaktan, kararsız adımlarını. kadeh yuvarlandı, sigara yaşlandı. o`nu düşündü adam. gelen ilk otobüse binişini, en köşeye oturuşunu. kadeh yerde. o`nu düşündü adam. son kez sarkıtışını başını arkasına, gülümsetmeye çalıştı hayalinde kadını.olmadı. kadeh kırıldı. adam sigarasını büktü masada. kadın onu düşündü, keşke dedi... cama başını yasladı, yollar kıvrıldı, sokak bulandı. 

şizofren


alıp başımı gidesim var.
ben böyleyim işte sevgilim.
ne yazım gelir benim haziran'da.
ne senden çok sevebilirim seni.
ne de özel biriyim işin aslı.

ben öyle biraz ara verelimlerden değilim.
ben kendi kendime pikniklerdeyim.
benim öyle ikincilere hiç ihtiyacım olmazki...
ben rakımı suyla tokuştururum.
ben hikayelerimi sana anlatırım,
sense, yoksun zaten yaşamda.
sen hiç gelmedin ki hayata...

ben heyecanını kaybeden aşklardan değilim.
haliç de yalnız adamım.
aşkım bazen istanbul'a bazen bir dağa...
ben öyle kağıt helva dondurma sevmem ki.
ben öyle sinemaya da gidemem seninle.
alırım iki bilet tekine ceketimi atarım.
kırış kırış...

alıp başımı gidesim var...
hayalinden bile uzaklara.
şizofren olduğumu unuttur bana güneş.
ve sen ay doğma bu gece. tutul bir yerlerde...
ben öyle ağlaya ağlaya anlatanlardan değilim.
ya bakma ağlatma şimdi!
ya da tut artık elimi anlattırma...
alıp seni gidesim var, yağmurlu haziranlara...

eren akgül