30 Temmuz 2013 Salı

buğu yapardı ocak da bazı kelimeler

Bağırdım, çağırdım. O günü hayatımda hiç unutamam. Bunu dost sohbetlerinde çok gez dile getirmiştim. Benim korkum daha da dile getirebilecek potansiyelimin olması. Annem bu huyumu babamdan aldığımı söyler hep. Oysa babam ne kadar sıcak kanlıdır. Nasıl da acımasızlaştım... Ara sıra bu sinir nöbetlerinde kendime geliyordum. Aklımdan hiç çıkmayan o 2 ağlamış göz. Kadınların gözleri nasıl da etkiliyor insanı. Daha önce de dediğim gibi soba üzerinde kıvrılan mandalina kabukları gibi dudakları. Öyle yorulmuş bu tartışmadan ama o da benim gibi vazgeçmiyor. İnsan Einstein'ı ne kadar özleyebilir böyle zamanlarda? Bir zaman makinesi belkide ihtiyacımız, ya da daha zoru tevazu, biraz sakinleşmek. Hayatımızın en uzun yolunu yürüyoruz işte. Bir ayrılığın en kötü anı malum konuşmanın sessizliği. Düşüncelerin uğultusunda şimdi ölülerini topluyor zaman. Beyaz bayraklar bir sonraki tartışmanın habercisi olma gururuyla salınıyor. Oysa hala güzel kokuyorsun, başka kokuyorsun. "Başka" ne güzel kelime. Seni başka nasıl anlatırım. Betimleme ne kadar çaresiz kalabilir şimdi?

En uzun yolu yürüyoruz şimdi, senin evine doğru. Oysa bana yakın diye tutmuştuk. İroniyi sevmediğimi farkediyorum işte şu yaşlarda. Olgunlaştığımızı düşünüp ağır ağır çürüyoruz zamanla. Buna yaşlanmak diyoruz. Hep bütünlemeye kaldığımız zaman muharebesi...


Dedim ya o günü unutamam. Ne yapacağımızı kestiremedik önce. Ayrılma tecrübesi yok işte. O derece çaylağız. Sen gitsen mi kalsan  mı bilemedin. Ben nasıl döneceğimi mi düşünsem, nasıl kalacağımı mı. Orda dursa kalbim. Orda başlasam hep hikayeme. Orda yaşlansam, belki sen de olurdun hem orda? Seni bana getiren 2 sandalye olsa, yine batmakta ama tekrar doğacağından emin olduğumuz bir güneş de olsa orda. Sahilde olsa, en önemlisi sahile dönük de olsa sandalyeler. Bunun yerine acemilikler ve tek tek uzaklaşan adımlar. Birden durduk sonra hatırlarsan. Sen duraksadın ben sarıldım. İroniyi sevmeye başladım. Birine son kez sarılmayı anlayabilirdim, bir filmde görsem belki ağlardım da... Ama sana son kez sarıldığımı bilmek...Sen sonra kokumu içine çektin. Ruhum uzaklaşarak kayboldu karanlıkta. Ve o dönüş hiç bitmedi seni orda bıraktıktan sonra. Şimdi bile ne zaman geçsem ağlamaklı olurum o sokaktan.


Bunları sana hep anlatmak istedim. Belki dinlerdin de, dinlemedin. Ya hep konuya girmeye çalıştık ya da hep savunduğum gibi kendimize acımayacak kadar gururluyduk. Her şeyden önce çocuktuk. Beni dinlemek istemediğini bilmek o yolu hergün tekrar tekrar geçmek gibi. Ama anlatacağım ne varsa anlatacağım aklımda. Çünkü sen "unutma" demiştin. "unutma beni"... O konuşmadan bunun tek taraflı bir anlaşma olduğunu çıkaramamıştım esasen. İçimde bir yerlerde buna karşı çıkabiliyorum ama hala.


Ekim aylarında çekilmez bir şehirdeyim. Seni ilk gördüğümde oradaydın biraz çelimsiz, biraz konuşmayan. Normalde de pek konuşmazdın zaten. Ama benim yanımda çözülürdü dilin. Bunu severdim ben. Belki de bu yüzden kimseye kulak asmadım. Hep sessizliğinden şikayet ederlerdi. Ben bilirdim ama ne kadar da canlı olduğunu ve kendimi özel hissederdim. Ama hep hırçın bir tarafının olduğunu da düşünmüşümdür. Kontrol edilemeyen yanların, seni sen yapan. En önemlisi beni hep sevdiğini bilirdim. Uzatmayayım, bir aralık akşamında sende buldum kendimi. Tutku kalp çarpıntısından sonra gelir. Nasıl ki yıldırımın önce sesi duyulur, işte öyle... O zaman da beni dinlememenden korktum. Ve yazdım. Yazdım, aklıma o an ne gelirse. Buğulu bir kütüphane camından bakmayla başladı bu hikaye. Seni izlerdim sadece o zamanlar. Yürüyüşün, gülüşün. Hemen utanırdın bir de sen. Çayda içerdik eski koltuklar da. Bazen beni hiç sevmeyeceksin de daha çok yazıcam diye korkuyla dolardı içim. Bir gün beni sevdin. 2 sandalye de sahili izliyen 2 adam dı benim başaramadığımı sana gösteren ve ben hep bunun ilahi bir şey olduğunu düşünmüşümdür. Bunu bana anlatan mesajını betimleyebilmem için kalp krizi geçiren bir adamdan tüyolar almam lazım galiba.


Bisikleti severdin sen. Azcık da çakaldın. İyi bisikleti hep kendine alırdın. Çakallıklarını da severdim ben senin. Bedavası olan cornettolar için yorduğun bakkalları da severdim. Pazarlık yapıp almadığın kıyafetleri, masraf olmasın diye beni kaçırdığın o kafeleri de... (Bünyanlı) Bir şehri dudak dudağa izlemek gibi sephida fotoğraflarda, bisikletteyken rüzgarı hissetmek. 


Ankara'da soğuktan donmuş bir burun hatırlıyorum. Babasının kırılmış burnunu suçlayan bir çocuk tanıyorum, kendi burnunu beğenmeyerek. Omzuna yanağından damlamış çikolatayı anımsıyorum. Bütün bunları senin yitip giden uçurtman gibi değil, onu hala uçuyoruşçasına hatırlıyorum.


Sarhoş bir kız hatırlıyorum eskişehirde. Kayalıklarda bacağıma yatmış. Aynı şehirde tren manzaralı bir oda hatırlıyorum. Tekilası pahalı bir bar 222 park. 16 liralık 2 öğrenci bileti Ankara'ya. Başkent bu boru mu? Astsubayların ordu evinin farklı olduğunu öğreniyorum bu yolculuk da, ayrıca. Garipsiyorum bunu. Koltuk numarası 13-14. 


Saçlarıma maşa yaptırabileceğimi düşünüyorum yine sıkılırken büyük ihtimal. Senin altında zebra taytın. Sonra cüzdanında sakızdan çıkan aşk çıkartmalarını biriktiren bir kadın görüyorum. Yaşı şimdi olsa olsa 23-24... Buralarda gülümsüyoruz oldukça. Bu hikayede kavgalar, kötü karakterler çok tabii. Ama bunları her filmde defalarca anlattılar. Öyle bakma bana. 


Bir de öğrendiğim en iyi yer oldu arkadaşım sağolsun. Güllük kavşağında taksicilik yapabilecek kadar iyiyim. Beyaz bir şey var üzerinde soda almaya çıkmışsın sözde. Ramazan'da bu yalan yüzünü güldürüyor senin. Tekrar kokunu içime çekiyorum. Bu sefer sen çaktırmadan yapıyorsun. Kollarımı tutuyosun, sıkıyosun. Yine acemice davranıyoruz, 2 soda kapıp eve koşuyorsun işte.


Anneni hatırlıyorum terminalde. Ben savaş veriyorum muavinle ama beni anlamıyor. Sen zaten sevmezsin yalnız yolculukları. O gün sana deri montun yakıştığını öğreniyoruz. Ben patik beğeniyorum bir mola da bünyanlı burda pahalı olur diyor ve bir daha hiç göremiyoruz o patikleri. Bir ara uyuyorum sonra. Zaten ben hep uyuyorum. Gözleri açılmadan uyanır bazen insan. Senin ellerin dudaklarımda geziyor. Bunu sana hiç söylemiyorum, uyuyormuş gibi yapmaya devam ediyorum. İçimden ağlamak geçiyor o an. Nasıl bu hale geldik diyorum. Birbirimize dokunmak için uyumamızı bekliyoruz. Sonra az sevinç doluyor klimayla beraber, o da hala seviyor diyorum. Bunu senden bir daha hiç duyamıyorum elbet... Artık kahin gibi yaşamam gerekiyor manalar yüklemek biraz şair gibi acı çekmek azcık insan gibi... 


Dedim ya o yol çok uzun. Bitmiyor. Her adımda bir hikaye, biraz kavga, biraz muziplik. Bunları konuşmak istiyor insan. Hem insan merak ediyor. Azarlanmayı da özlüyor bazen. Ama keşke azarlamasan. Belki diyorum şimdi başka birini tutuyor o elleri. Ona da seviniyor insan mutluluk gibisi var mı? Ama o son sözlerin. İnsan en çok canı yandığında yakarmış başkasınınkini. Canı mı yandı diyorum çocukca, acaba yine problemleri mi var hani anlattıkları. İnsan bilmiyor, en çok da bilmezken üzülüyor zaten. 


Dediğim gibi çocuklar öğrenimini almıştı o kadın bana "unutma" demişti. Bunu unutamıyorum. Süslü cümleleri severim ama bu yol ne kadar süslenebilir? Yalın anılarla, şüphesiz. O gün dediğim gibi. Bir gün geri dön. 


eren akgül (kendi sesimle denemeler)


18 Temmuz 2013 Perşembe

yeniden karaladım kendimi

Bir tren ne kadar uzaklaşabilirse o kadar uzaklaşırdık. Bize verilen raylar kadar özgürdük ve hiçbir öküz izlemedi hikayemizi. Olayı kişiselleştirmeyelim, en sevdiğin dondurma kabında şimdi sarma var. Işık hızında düşüncelerle doluyum. Bu kadar soru rönesans da kafa kestirir. Elalemin öküzünün yolda geçiş üstünlüğü var. Bizimkiler daha tuz yalasın.Kafam sapla-saman. Ben adam olmam. 

Bir tren ne kadar hızlı gidebilir ki? Hele ki bu ülkede. Hayır hayır, tamamen sana yükleniyorum, ağlayışım siyasi mesaj içermiyor ve duygularım redhack tarafından hacklenmedi. Sahi, kaç basıyor bu amca. Benim gölgem karadır. Kaçmam için kaç bilet gerekse kes, ama öğrenci kes! ve bir şarkıda dediği gibi... "Başım Ağrı Dağı".

Olayın trenle de alakası yok esasen. Senle benim aramda her şey. Beni sinir ediyorsun. Çıldırıyorum, şair oluyorum. şair olmak zor iş oysa. Götünden kelimeler uyduruyorsun, acıyan yerlerine yerleştiriyorsun. Benim durumum bu özetle kıçımda bir tomar parşömen, unutamama adına nutuklar çekiyorum ve benzin artık beş lira. siyası göndermeler içermeye başlıyor, mesajlarım. konudan kopuyorum, muhtemelen seni seviyorum'lu kısımlara geldim. Çok geçmeden bir sigara yanıyor, haliyle. yanmak da ne! Tütüyor mübarek. Başım için artık afilli şeyler uyduramıyorum.

Tren'in güzel kısmı alkol servsi. alkol ışık hızına yakın bir kelime. En azından kaç basacağı üzerinde yazıyor. ve einstein'ın dediği gibi izafi. "GÖRECELİLİK" birçok yazar geçiyor vagonlardan. Şairlerden sade cemal'i severim. gerisi kafiyeli, mafiyeli. Bu saatte öküz olmaz, hiç konuyu değiştirme.İçince biraz daha şair olası geliyor insanın. Zaten yıl olmuş yazmayalı. Gerçi umrunda mı? Atlı karınca'ya 2 kere binen çocuğum ben. takıntılıyım. Başım döner arada bir de...

Tren olayını toptan geçtim. Bırak onu şimdi. yok, yok kızmıyorum. En azından birini sevebileceğini biliyorum artık. hem ne dıyor halukcum, "yol belli, ey başını usul usul yürü şimdi." o gün bugündür yürüyorum işte diye de ekliyor. Orada bitiyor konuşma. Ben bilsem dener miyim allah aşkına, bu kadar zor olduğunu! Pokemon sanıp kendini aşağı atan salak çocuğum ben şimdi. Bilsem devam eder miydim? Yakar sigarayı otururdum inan. şu yürüme, mehter takımının fetihsiz gereksiz hali bende. Hiç sevmediğim yerlerde koyduğum 3noktalar yüzünden şu durumdayız. Tren harbi çok uzaklarda şimdi.

Neyse ciddileşelim. Sonuçta belediyelerin fişkiyelerinin kırıldığı bir çağdayız. Asılmış suratların arasında aşık oluyoruz. Bu kadar ciddiyete alışkın saçlarım yok benim. ama dediğim gibi yürüyorum. Hem yaz geldi buralara, cemre düştü bi kaç defa. Yaprak düşene kadar en mutlu fotoğraflar çekilmeli. Yas sadece sonradan siyah-beyaz edilmiş fotoğraflarda kalmalı. Ben gidiyorum şimdi. Her gidiyorum diyen kadar yol alırım. Elbet mesaj atarım. Çağ iletişim çağı. elbet sen de cevap verirsin. Medeniyet hiç düşmez dudaklarımızdan. Sigara kadar dudak kanseri yapmışlığı vardır zira. 

eren akgül

4 Temmuz 2013 Perşembe

alıntı

bazen sinirden mi gözlerim doluyor, sevgiden mi, özlemden mi, yoksa nostalji ihtiyacından mı bilemiyorum, herhalde alışkanlıktandır deyip uyuyorum. beni bu çıkmazdan yasemin kurtarabilirdi, o da düşünmek için biraz süre istedi. yedi sene önce. bazen amma uzun düşündü diye düşünüyorum, daha çok günbatımlarında.

emrah serbes, erken kaybedenler