23 Ağustos 2012 Perşembe

çocuk

ağlayamayacak kadar büyüktü hayatlarımız. erken yaşlanır bazı devrin çocukları. erken öğrenir değirmen taşlarını bizim yaşıtlarımız. kimseye kırılamaz, küsemez bizim devir. sonra bir savaş çıkar ırak ellerde. çocuk yüzlerimize siyah boyalar sürülür. şanslıysan soğuk demirler asılır omuzlarına bazen ağaç bir sapan. lastiği, don lastiği. kıçı açıkta geçer bizim devrin çocuklarının. modasında değil, sapanındayız, taşındayız. şimdi sana nasıl anlatayım çocuk? sen 2000'li yılların temiz yüzlü ufaklığı. nasıl anlatırım yiten devletleri, koparılıp gelmiş düşman çocukları, bazı babaları. biz de babalar öpmeden severler ve nasırlıdır elleri. nasır bir madalya gibidir hayattan onlara. çatlaksa parmak uçları, akşama üzüm var çorbadan sonra, bilirsin. şanslıysan bir de sabaha helva. 

yadırgamaz bizim yılların çocukları. umursamazlık değil, şımarıklık yada. "kabullenmek" belki doğru kelime. sana nasıl anlatırım ki bunları, küçük? oyuncaklar yoktur bizde mesela. ama at seyirtiriz hendek gölünün arkasında. kimse görmeden, kimseye görünmeden, onlara anlatılır ilk aşklar. zaten aşklar hep ilktir bizim dönemde çocuk. ikinciye ya sen yetişemezsin, ya sevdiklerin. at üstünde geçer önünden, bir de duvak, beyaz. beyaz, yüzümüzün karasını örtmek için belkide. sonra bir de analar vardır. hiç konuşmayan. onlar öperek de severler hani. zaten analar her devirde aynı sanki. hep kucağında taşırlar yavrularını, çok mecbur kalırsa sırtına bağlar, yemeniyle. ama yakın tutar sıcaklığına. elinden gelse hep karnında taşır "ana" dediğin. devir ne olursa olsun analar ayrı sever, aynı sever. 


eren akgül

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder