Çökmüş bulutların arasından martılar uçuşuyor, her ne kadar gerçekte güzel bulmasa da bir ressam; resmediyor bir kaçını... Yakışacağını düşündüğü bir gökyüzüne elbet. Gökyüzü olur da deniz olmaz mı hem? Mavisinden, en fiyakalısından. Mart geçince içinde, simitler tutuşturuluyor insanın eline. Sıcak olmasa da seviyorsun sonra. Bir sıcak çay yanına. Elbet bir sigara bulunuyor her ince belli bardağın yanına. Elbet bir vapur gölgesi, öpmek için izmaritleri içine çeke çeke. En çok annesini seviyor erkek çocukları ve babalar kıskanmıyormuş gibi yapıyor.
Her çığlığa bir bebek uyanır o mahallelerde. Bahar geldi diyorsun sonra, anlıyorsun. Açık kapılı balkonlardan, bir bir yanıyor ışıklar. En çok annesine ağlar erkek çocukları. Erkek olur babasının yanında. Bu y kromozumundan elbet. Duygusallıklarımız illa ki x kromozumundan. "X" ayrıca bilinmeyen olarak geçmiştir matematiğe. Ya da bir çarpım işleminin sembolü. Hatırlarsan defalarca bilinmeyen bir hisle çarpıldığını. Ve bu yüzden 2 kere nefret edersin ergenlik yıllarında bu dersten.
Bazen çığlık çığlığa geceler geçiyor, önünden, önümüzden. Hep bir kalp ağrısı bulunuyor, bir sigara içmek için. İlla ki dolapta unutulmuş bir bira var ya da cam kenarında. Dalmak için bir kadın yetiyor hem. Annesine ihanet edercesine seviyor bazen bu koca erkekler. Ama en çok annesine ağlıyor. Ağlamak için en güzel yer bir kadın kucağı ve seni ne olursa olsun bırakmayacağını bildiğin... Ve annesi kulağına fısıldıyor;
"Tüm terkedişler, aslında terkediliş midir? Bir insan ne kadar uzaklaşabilir ki bir başkasından?"
Eren AKGÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder