20 Kasım 2017 Pazartesi

Sona'ya sık sık



Beynimi bir satranç tahtasının ortasına atıvermişler gibi hissediyorum bir süredir. Daha önceki mektuplarımda da bahsettiğim gibi çok mutsuzum Sona. Tarifsiz, bir o kadar da anlatmaya, içimi dökmeye aç... Tezat olansa gitgide sessizleşiyorum. Küçükken denize fırlattığımız taşları hatırlar mısın? Dalga dalga yayılıp yok olurdu. Yok olana kadar bekler izlerdik sebepsizce. Sesim, sosyal yaşantım o dalgalar gibi büyüye büyüye yayılıyor ve ben kaybolana kadar izleniyorum Sona. Hergün ama hergün o boktan şehrin boktan dağına, doruğuna varıp da karşılaştığım o güne lanetler okurken buluyorum kendimi. Tanrının cezası hergün!

Bunca yılın ardından bir hoşçakalı bile haketmediğimi görmek beni sadece biraz daha yaşlı hissettirdi. Güzel Türkçemin her iki anlamıyla da... Arkasını dönüp gidemiyor insan. Bazan gidemiyormuş yada. Önün, arkan, sağın, solun sobe olmuşsa demek ki. Ondandır diyorum. Gündemi takibi bırakalı çok oldu. Reisi Cumhur her yere kafa tutmuş.  Euro anasının nikahına uçmuş, bir yerler yine kınanmış ve çok daha fazlası... Bunların hepsi yaşayan insanları ilgilendirir ya da düşünen sağlıklı bireyleri. Ben ne sağlıklı, ne düşünebilen ne de birey gibi hissediyorum. Bunların hepsinin hayalperestliğimin bir cezası olduğunu anlamaya başladım. Her şeyin bir ücrete tabii olduğu bu ülkede hayal kurabileceğimi düşündüren kimdi, neydi bana Allah aşkına! Anaokulu öğretmenim mi? Onun da amına koyayım!

Peki hadi aşkı geçelim. Peki ya dostluklar, peki ya arkadaşlıklar. Bunlar da sevdaya dahil mi değil mi? Bunu söylemeden gitmiş Cemal abi. Yani Sona; dostluk da mı yok? Yani senelerden bahsediyoruz burda. Buna kafayı takan bir ben miyim? Evden, okula-işe çıkar gibi çıkılmaz ki hayattan. 

Bilemiyorum Sona, bilemiyorum. Ne diyeceğimi yahut ne yapacğımı. Ne düşüneceğimi... Birgün çıkıp karşına "beni hatırladın mı?" dese. "pardon çıkaramadım" demek geçmiyor içimden, sesimi kısıp "aklımdan" diye...


Eren AKGÜL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder